Pazar, Mart 26, 2006

Beyhude gamlanma divane gönül

Beyhude gamlanma divane gönül
Cümle alemin rızkını veren vardır
Yaptığın hatayı görmüyor sanma
Kalpte gizli en derin sırları bilen vardır

Mal-ı emlakım var deyu güvenme
Arkam var deyu dayanma
Sırt üstü insanı yere varan vardır

Beyhude gamlanma divane gönül
Cümle alemin rızkını veren vardır

Derdime vakıf değil canan
Beni handan bilir
Hakkı vardır şad olanlar
Herkesi şadan bilir

Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil
Çektiğim alamı bir ben birde Allah'ım bilir

Bizim Hikayemiz

Sıradan bir mart gecesi
Hava ağır, hayli sıcaktı
En sonunda "işte bu" dedim
Yemin ederim kendimdeydim
Şaka gibi belki ama bu bizim hikayemiz

Güzel gözlüm; çok üzüldüm, çok azaldım
Aynı yerden yara aldım,
çok özledim
herşeye rağmen
Söylemedim...
Sana söylemedim

Bütün bunlar aşkın hikayesi
Kırık biraz, buruk biraz
Yarım yamalak kaçak döğüş
Biraz korkak, cesur biraz
Devam etmeli, tam bitmedi hikayemiz
(Aykut Gürel)

Salı, Mart 21, 2006

internet haftası

Pazartesi, Mart 20, 2006

Atatürkten Türk'ün tanımı

Bu memleket dünyanın beklediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine sahna oldu. Bu sahna 7 bin senelik, en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarında yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu. Sonra onlara alıştı. Onları tabiatın babası tanıdı. Onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu, şimşek, yıldırım güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir. Mustafa Kemal ATATÜRK

Bu memleket dünyanın beklediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine sahna oldu. Bu sahna 7 bin senelik, en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarında yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu. Sonra onlara alıştı. Onları tabiatın babası tanıdı. Onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu, şimşek, yıldırım güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir. Mustafa Kemal ATATÜRK Atatürk bu mektubu 1936'da "Tarih kurumumuzun Alacahöyükteki çalışmaları 5500 senelik maddi Türk tarih belgeleri cihan kültür tarihini yeni baştan tatkik tamik ettirecek mahiyettedir." Sözleriyle yazmıştı. Fakat o yıllarda yazıtlar henüz okunamıyordu. Atatürk 7000 seneyi o eşsiz öngörü ve kestirme yeteneğiyle söylemişti. 6 Temmuz 2002 gecesi Hulki Cevizoğlu'nun programına katılan Kâzım Mirşan adlı Türkolog, dilbilimci ve tarihçimiz önemli bulgulara ulaştığını açıkladı. Elindeki yazıtlara göre Türklerin en az 16.000 yıldır yazdığı, alfabenin temelinde Türkçe'nin olduğu, mısır, avrupa gibi büyük medeniyetleri Türklerin kurduğu, ilk tarihçinin sandığımız gibi "masal tarihçisi heredot" olmadığı önder bınarbaşı (biraz farklı bir isim olabilir buna yakın birşey söylemişti) adında bir Türk komtanının olduğu gibi önemli iddaları sağlam bulgularla yüzlerce, binlerce yazıtla destekleyerek ortaya koydu. Peki bu iddalar kabul edilirse ne olur? Başta ingiliz ve amerikalıların bütün oyunları bozulur. Üniversitelerinde Büyük Ağrı, Küçük Ağrı dağlarını Ermeni toprağı olarak gösteremezler. Ülkemize çok uzun süredir uyguladıkları böl, parçala, yok et taktikleri bozulur. Medeniyetin temelinde söyledikleri gibi Yunanların değil Türklerin olduğu ortaya çıkar... Bunları bu bağnaz, hunhar avrupalılara kabul ettirmek sadece "haklı" olmakla mümkün değildir. Devletin ilgili kurumlarının (Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu'nun) bu iddaları incelemesi, çürütülebiliyorlarsa çürütmelerini, çürütemiyorlarsa kabul edip dünyaya ilan etmeleri gerekir. Bu Atamıza ve Atalarımıza olan en büyük borcumuzdur. Atatürk Dil ve Tarih kurumunu kurduğunda bu kurumlar çok iyi çalışıyorlardı. Atatürkte bizzat bu çalışmalara katılmıştı. Şu anda hazır yapılmış olan çalışmaların önünü kapatma görevini üslenmiş durumda gözüküyorlar. Belkide bu durumu en iyi Oktay Sinanoğlu'nun Hedef Türkiye kitabının 279. sayfasında geçen şu röpörtaj anlatıyor. "Mustafa Karaalioğlu: 1962'den beri Türkiye'ye gelip gitmeye başladınız. Hep "harika Türk" diye iltifat gördünüz ama elinizi de hiçbir işe sürdürmediler..." "Oktay Sinanoğlu: Her gittiğimiz yerde medar-ı iftiharımız derler, ama bize hiçbir iş yaptırmazlar. Bu ülkede bilimsel araştırma yapmamıza dahi mâni olmuşlardır. Dünyanın her tarafına profesör yetiştirdik Türkiye'de bunu yapalım dedik, yaptırmadılar. Kazayla bir mevkide olan samimi biri çıkar 'aman şöyle yapalım, böyle yapalım' der. İki üç hafta sonra bize merhaba bile demez. Çünkü, bir erden telefon gelir. 40 senedir bunları yaşıyoruz. Bir keresinde bazı kodamanlara dedim ki: "Beni kapıdan atsanız bacadan girerim. Benim dedelerim Karacabeyler (2. Murat'ın damadı Karacabey en tanınmışı) Selçuk âhilerden beri var ve türbeleri Ankara kalesinin dibinde ve Hacettepe'dedir. Siz nereden geldiniz?" Neticede elimi hiçbir işe sürdürmediler." Bugün Kazım Mirşan'da aynı şeyi anlatıyor. Bundan önceki TDK başkanı çok önemli büyük gurur duyduk... Kitaplarınızı inceleyelim 1 haftada geçiririz.... Gibi sözlerle kitaplarını incelemeye almış... 2-3 hafta sonra hiçbir cevap vermeden (iddaların doğrudur, yanlıştır... gibi) buz gibi bir suratla geri çevirmiş. Bugünki TDK başkanımızda kitaplarının TDK da olduğunu, tatil dönüşü bir ara bakacaklarını söylediler... Bir tarafta Kazım Mirşan gibi 83 yaşına gelip "ben hayattayken bu konular tartışılmayacakda ne zaman tartışılacak" diyen, ömrünü bu yola harcamış, 41 tane kitap çıkarmış bir insan var (çeşitli alanlarda böyle pek çok kişi olduğundan eminim). Öteki taraftan tatil dönüşü bir göz atacağını söyleyen, sıkıştığı zaman "elime ulaştırılmadı", "benim uzmanlık alanım değil.." diyen yetkililer... (Hatta yakında "Avpalılara soralım..." diyecekler. Yahu Türkçe'yi onlardan mı öğreneceğiz?) Yorum yok, sadece şu anda Atatürk yaşıyor olsaydı ne yapardı diye bir düşünün...

(Sinan YALÇINKAYA, 11.09.2002)

Cuma, Mart 17, 2006

Çanakkale....

Çanakkale Savaşları'nda, Fransız kuvvetlerine komuta eden General Guro, savaş sırasında bir kolu ile bir bacağının bir kısmını, savaş sırasında bırakarak yurduna dönmüş. Daha sonra anlattığı bir savaş hatırasında şöyle diyor:

Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için çocuklarınızla daima iftihar edebilirsiniz. Hiç unutmam. Biraz evvel doğa çevremizde en nefis güzellikteydi.

Su çiçekleri, leylaklar, Peygamber çiçekleri, papatyalar bir gökkuşağı âlemi oluşturuyorlardı. Şimdi, savaş sahasında dövüş bitmiş, o güzelim tablo, kan revan içindeydi. Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk. Az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır kayıplar
vermişlerdi. Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutmayacağım. Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk Askeri kendi gömleğini yırtmış, onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu. Tercüman vasıtasıyla bir konuşma yaptık: Niçin, öldürmek istediğin
askere şimdi yardım ediyorsun? Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:

Bu Fransız yaralanınca yanıma düştü. Cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı. Bir şeyler söyledi! Anlamadım!.. Ama herhalde annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok! İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün!..

Bu asil ve alicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı!.. O anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan yaşların donduğunu hissettim! Çünkü, Türk askerinin göğsünde, bizim askerinkinden çok daha ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutam ot tıkamıştı!..

Az sonra ikisi de öldüler!!!

Kınalı Ali Destanı

Çanakkale Zaferi Üst teğmen Faruk cepheye yeni gelen askerleri kontrol ediyor bir taraftan da onlarla laflıyordu nerelisin gibi sorular soruyordu.

Bir ara saçının ortası sararmış bir çocuk gördü. Merakla "adın ne senin evladım" der.

Çocuk "Ali" diye cevap verir. Nerelisin? der. Ali Tokat Zilede' nim der.

"Peki evladım bu kafanın hali ne?" Ali "anam cepheye gelirken kına yaktı komutanım der.

Neden? der komutan. Ali "bilmiyorum komutanım" der: Peki gidebilirsin

Kınalı Ali" der. O günden sonra herkes ona Kınalı Ali der.

Herkes kafasındaki kınayla dalga geçer. Kısa sürede cana yakın ve cesur tavırlarıyla tüm arkadaşlarının sevgisini kazanır. Bir gün ailesine mektup yazmak ister. Ali'nin okuma yazması da yoktur arkadaşlarından yardim ister ve hep beraber başlarlar yazmaya.

Ali söyler arkadaşları yazar "sevgili anne babacım ellerinizden öperim ben burada çok iyiyim beni merak etmeyin" diye baslar. Kız kardeşini kendinden bir küçük erkek kardeşini sorar köyündekilerin burnunda tüttüğünü yazdırır. Kendilerini merak etmemesini kendileri var oldukça düşmanın bir adım bile ilerleyemeyeceğini yazdırır.

Gururla mektubu bitirir neden sonra aklına gelir ve yazının sonuna anasına

NOT düşer: Alinin kendisinden hemen sonra askere gelecek bir kardeşi daha vardır. "Anacağım kafama kına yaktın burada komutanlarım ve arkadaşlarım benle hep dalga geçtiler sakın kardeşim Ahmet'e de yakma onunla da dalga geçmesinler der ellerinden öptüm" diye bitirir.

Aradan zaman geçer. İngilizler kati netice almak için tüm güçleriyle

Gelibolu"ya yüklenirler. Bu cepheyi savunan erlerimiz teker teker şehit düşmüşlerdi.

Bunlara takviye olarak giden yedek kuvvetlerde yeterli olmamış onların sayıları da epey azalmıştı Gelibolu düşmek üzereydi kınalı Alinin komutanı da olayı görüp yerinde duramıyordu. Kendisinin bölüğü henüz sıcak temasa hazır değildi. Onlar yeni gelmişti onları insan bedeninin süngü ve mermilerle orak gibi biçildiği bu yere göndermek istemiyordu.

Komutanların bu düşünceli halini gören ve durumun vahametini bilen Kınalı Ali ve arkadaşları komutanlarına yalvar yakar oraya gitmek istediklerini söylerler. Komutanları onları ölüme gideceklerini bile bile çaresiz gönderir.

Kınalı Ali'nin bölüğünden kimse sağ kalmaz hepsi şehit olmuştur.

Aradan zaman geçer. Kınalı Ali'nin ailesine yazdığı mektubun cevabı gelir.

Komutanları buruk ve gözleri dolu dolu mektubu açıp okumaya karar verirler. (bu mektubun asli Çanakkale müzesinde sergilenmektedir)

Babası anlatır Ali'nin.

"Oğlum Ali nasılsın iyi misin gözlerinden öperim. Selam ederim. dedikten sonra öküzü sattık paranın yarısını sana yarısını da cepheye gidecek kardeşine veriyoruz. Şimdi öküzün yerine tarlayı ben sürüyorum zaten artık zahireye de fazla ihtiyacımız olmadığı için yorulmuyorum da siz sakın bizi merak etmeyin bizi düşünmeyin der köyü akrabalarını anlatır ve mektubu bitirir.

Ali ananında sana diyeceği bir şey var" Anasının söylediklerini yazar: " oğlum Ali yazmışsın ki kafamdaki kınayla dalga geçtiler kardeşime de yakma demişsin kardeşine de yaktım komutanlarına ve arkadaşlarına söyle senle dalga geçmesinler

Bizde 3 şeye kına yakarlar

1- Gelinlik kıza :gitsin ailesine çocuklarına kurban olsun diye

2- Kurbanlık Koç'a :Allah'a kurban olsun diye

3- Askere giden yiğitlerimize: vatana kurban olsun diye.....

gözlerinden öper selam ederim Allah'a emanet olun"

Pazar, Mart 12, 2006

Bilgisayarcı atasözleri

>Erkek adam fareye tıklamaz
>Ağ alma komşu al,
>Orjinal program kullananı dokuz ağdan kovarlar,
>Görünen ağ protokol istemez,
>sakla setup'ı gelir zamanı,
>Avi. gelen yerden mp3 esirgenmez,
>Bugünün işini görev zamanlayıcısına bırakma,
>Dos kocamış; windowsun maskarası olmuş,
>Beleş anti-virüs programı, virüsü türkü çağıra çağıra ararmış,
>Windows'u seven maviye katlanır,
>Çökecek windows bilgisayarda durmaz,
>Kaspersky'nin olmadığı yerde norton'a abdurrahman çelebi derler,
>Yazıcının şahidi tarayıcı,
>Dağ dağa kavuşmaz, bilgisayar bilgisayara kavuşur.
>Sakınan diskte bad sektör çıkar,
>Pc'ye mac vermişler, hani benim akvaryumum demiş,
>Dos işler windows övünür,
>Ak anti-virüs kara gün içindir,
>Hatasız program olmaz,
>Bana işlemcini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim,
>Bir virüse sistem yakma

Özlüsöz

Programlama dillerinde, en önemli şey isimdir. İyi bir isme sahip
olmayan bir programlama dili, başarıya ulaşamaz. Geçenlerde çok
iyi bir isim buldum ve şimdi uygun bir dil arıyorum.
Donald Knuth

Perşembe, Mart 09, 2006

MicroSoft

Bill Gates evlenmiş. Ertesi gün karısı boşanma davası açmış.
Hakim :
"Manyakmısın be kadın, onca servet, ün falan," demiş.
Kadının cevabı kesin :
"Hakim bey, evlendikten sonra, "Micro" ve "Soft"un ne anlama geldiğini anladım !"